14 Mayıs 2011 Cumartesi
Ağaçları Tanıyalım(Gürgen)
Trakya, Ege, Marmara Bölgesi, Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde yayılış gösterir. Genellikle kuzey ve güney kıyı bölgelerimizin karışık ormanlarında bulunur. Ülkemizde 7.170 hektar koru, 1.031 hektar baltalık gürgen ormanı bulunmaktadır. Girintili grimsi kabuklu gövdelere sahip ağaç ya da ağaçcıklardır. Yumurta biçimindeki yapraklarının kenarları dişlidir. Yaklaşık 1 cm uzunluğunda, sivri uçlu ve sert kabuklu meyveleri, yaprağı andıran üç toplu bir meyve örtüsüyle kaplıdır.
Türkiye'de iki türü doğal olarak bulunmaktadır;
Adi gürgen (C. Betulus, Y) 20 m'ye kadar ulaşabilir.
Doğu gürgeni (C. Orientalis, Y) ise 5-6 m boya sahip bir ağaçcıktır.
Türkiye'de iki türü doğal olarak bulunmaktadır;
Adi gürgen (C. Betulus, Y) 20 m'ye kadar ulaşabilir.
Doğu gürgeni (C. Orientalis, Y) ise 5-6 m boya sahip bir ağaçcıktır.
Ağaçları Tanıyalım(Meşe)
Ülkemizin hemen her bölgesinde türlerine bağlı olarak yayılış gösterir. 25m boya ve 2m çapa erişebilen geniş tepeli ağaçlardan, 3-5 m boya sahip çalılara kadar değişen türleri vardır. Yaprakları da formları gibi değişkenlik gösterebilir, loplu, dişli ya da düz kenarlıdır. Ülkemizde 747.856 hektar koru ve 4.984.149 hektar baltalık meşe ormanı bulunmaktadır.
"Palamut" adı verilen silindirik meyveleri bir kadeh içinde yer alır. Odunlarının anatomik özelliklerine göre kırmızı meşeler, ak meşeler ve herdem yeşil meşeler olmak üzere üçe ayrılan meşelerin 18 türü bulunmaktadır.
Bunlardan önemli olanları;
Saplı meşe (Q, robur, Y),
Sapsız meşe (Q, petraea, Y),
Saçlı meşesi (Q, cerris, Y),
Kasnak meşesi (Q, vulcanica, E,T),
Pırnal meşesidir (Q ilex, N).
"Palamut" adı verilen silindirik meyveleri bir kadeh içinde yer alır. Odunlarının anatomik özelliklerine göre kırmızı meşeler, ak meşeler ve herdem yeşil meşeler olmak üzere üçe ayrılan meşelerin 18 türü bulunmaktadır.
Bunlardan önemli olanları;
Saplı meşe (Q, robur, Y),
Sapsız meşe (Q, petraea, Y),
Saçlı meşesi (Q, cerris, Y),
Kasnak meşesi (Q, vulcanica, E,T),
Pırnal meşesidir (Q ilex, N).
Ağaçları Tanıyalım(Servi)
Dünya üzerindeki nadir doğal ormanlarının bir bölümü de ülkemizin güneyindedir. Fıstık çamı ile birlikte Akdeniz'in doğal peyzajını karakterize eder.
Türkülere konu olmuş inceliği, uzun boyu (30-35 m) ve koyu yeşil yaprak dokusu ile uzaklardan dikkati çeker. Ülkemizde 599 hektar saf servi ormanı bulunmaktadır. Küçük bir futbol topuna benzeyen kozalakları ve birbiri örtecek şekilde üst üste yerleşmiş pul yaprakları ile diğer iğne yapraklılardan farklıdır. Türkiye'de doğal olarak yetişen alt türü Dallı servidir. (C.sempervirens var. Horizontalis, N).
Türkülere konu olmuş inceliği, uzun boyu (30-35 m) ve koyu yeşil yaprak dokusu ile uzaklardan dikkati çeker. Ülkemizde 599 hektar saf servi ormanı bulunmaktadır. Küçük bir futbol topuna benzeyen kozalakları ve birbiri örtecek şekilde üst üste yerleşmiş pul yaprakları ile diğer iğne yapraklılardan farklıdır. Türkiye'de doğal olarak yetişen alt türü Dallı servidir. (C.sempervirens var. Horizontalis, N).
Ağaçları Tanıyalım(Porsuk)
Avrupa, Akdeniz ülkeleri ve Kafkasya'da yayılış gösteren porsuk ağacı ülkemizde ülkemizde kuzeyden güneye birçok yörede görülür. Kendi başına büyük ormanlar kurmaz. Kayın, göknar, ladin ormanlarında tek tek veya küçük gruplar halinde bulunur. Bazen küçük bir çalı, bazen sık dallı yuvarlak tepeli bir ağaç formunda görülür.
Esnek odunu, eski çağlarda yay yapımında kullanılmıştır. Yaprak ve genç sürgünlerinde "taksol" adlı zehirli bir alkoloid vardır. Buna karşın tohumunun kırmızı renkli kapçığı zehirsizdir ve yenir.
Esnek odunu, eski çağlarda yay yapımında kullanılmıştır. Yaprak ve genç sürgünlerinde "taksol" adlı zehirli bir alkoloid vardır. Buna karşın tohumunun kırmızı renkli kapçığı zehirsizdir ve yenir.
Ağaçları Tanıyalım(Ardıç)
Sürüngen çalılardan büyük ağaçlara kadar çok çeşitli türleri olan ardıç, hemen hemen bütün bölgelerimiz yüksek dağlık kesimlerinde doğal yayılış gösterir. Bazıları servi gibi pul yapraklara, bazıları da batıcı iğne yapraklara sahiptir.
Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri;
Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y),
Adi ardıç (J. Communis, N),
Finike ardıcı (J.phoenicia, N),
Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y),
Sabin ardıcı (J. Sabina, N),
Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.
Ülkemizde 1.100.492 hektar saf ardıç ormanı bulunmakta ve önemli doğal türleri;
Katran ardıcı (J. Oxycedrus, Y),
Adi ardıç (J. Communis, N),
Finike ardıcı (J.phoenicia, N),
Kokulu ardıç (J.foetidissima, Y),
Sabin ardıcı (J. Sabina, N),
Boylu ardıç (J. Excelsa, Y) dır.
Ağaçları Tanıyalım(Fıstık Çamı)
Tipik bir Akdeniz ağacı olan fıstıkçamı, özellikle Batı ve Güney Anadolu'da ormanlar kurar. Ülkemizde 46.490 hektar saf fıstıkçamı ormanı bulunmaktadır.Olgun bireyleri 15-20 m boyundadır.
Gençlikte yuvarlak, yaşlılıkta şemsiye gibi tepesiyle diğer çamlardan ilk bakışta ayırt edilebilir. Tohumları oldukça büyüktür. Halk arasında "çam fıstığı" diye adlandırılan tohumları Batı Anadolu yöresindeki köylüler için önemli bir gelir kaynağıdır.
Ağaçları Tanıyalım(Ladin)
Kuzey yarıkürenin ılıman ve soğuk bölgelerinde yayılış gösteren ladinin 40 değişik türü ve bu türlere ait varyete ve formları vardır. Uzaktan bakıldığında göknara benzese de piramide benzer tepesi ve sarkık dalları ile ondan ayırt edilebilir. Boyu 40-50 m'ye kadar ulaşabilir. İğne yaprakları kısa, sivri uçlu ve kesitli dört köşedir. Olgunlaşmış kozalağının pulları dağılmaz.
Ülkemizde Doğu Karadeniz dağlarının denize bakan yüksek kesimlerinde saf ya da karışık ormanlar kuran türü Doğu ladinidir (P. Orientalis, Y). Ülkemizde 146.300 hektar saf Ladin ormanı bulunmaktadır.
Ülkemizde Doğu Karadeniz dağlarının denize bakan yüksek kesimlerinde saf ya da karışık ormanlar kuran türü Doğu ladinidir (P. Orientalis, Y). Ülkemizde 146.300 hektar saf Ladin ormanı bulunmaktadır.
Ağaçları Tanıyalım(Göknar)
40m'ye kadar boylanabilen göknarlar, kendine özgü formu, gövde kabuğu iğne yaprakları ve hatta kokusu ile Çamgiller familyasının diğer türlerinden ayırt edilebilir. Yapraklarının alt yüzeyinde beyaz çizgiler vardır.Kozalaklar sonbaharda olgunlaşınca pulları dökülür. Ülkemizde 213.652 hektar saf göknar ormanı bulunmaktadır.
Dünya üzerindeki 40 türünden dördü;
Doğu Karadeniz göknarı (A. Nordmanniana, Y),
Batı Karadeniz göknarı (A.bornmuelleriana E,Y), baktabul
Kazdağı göknarı (A.equi-trojani E,N),
Toros göknarı (A.cilicica E,Y)
ülkemizde doğal yayılış gösterir.
Dünya üzerindeki 40 türünden dördü;
Doğu Karadeniz göknarı (A. Nordmanniana, Y),
Batı Karadeniz göknarı (A.bornmuelleriana E,Y), baktabul
Kazdağı göknarı (A.equi-trojani E,N),
Toros göknarı (A.cilicica E,Y)
ülkemizde doğal yayılış gösterir.
Ağaçları Tanıyalım(Kızılçam)
Dünyadaki en geniş yayılışı Türkiye'dedir. Esas olarak Akdeniz ve Ege Bölgelerinde geniş ormanlar kurmakla birlikte, Batı ve Orta Karadeniz Bölgesi'nde de lokal yayılış gösterir. Ülkemizde 3.729.866 hektar saf Kızılçam ormanı bulunmaktadır. Deniz seviyesinden 1000-2000 m yüksekliğe kadar ulaşan Kızılçam, ışığı seven hızlı büyüyen bir çam türüdür. 20 m'ye kadar boylanabilir.Kalın ve genellikle koyu kızıl renkteki genç sürgünlerinden dolayı bu adı alır.
Genel görünüş olarak yine güney bölgelerimizde yetişen Halep çamına (P.halepensis, N) benzer
Genel görünüş olarak yine güney bölgelerimizde yetişen Halep çamına (P.halepensis, N) benzer
Ağaçları Tanıyalım(Sedir)
Batı, Orta ve Doğu Toroslarda doğal olarak bulunur, kuzeyde Erbaa ve Niksar yörelerinde küçük ve izole bir yayılış gösterir. Dört sedir türünden biri olan Toros sedirinin dünya üzerindeki en geniş doğal ormanları Türkiye'dedir. Ülkemizde 109.440 hektar Sedir ormanı bulunmaktadır. 40 m'ye kadar boylanabilir.Gençlikte piramide benzer bir forma sahip olan ağacın tepesi zamanla bozulur ve yayvanlaşır. İğne yaprakları kısa, sivri, batıcı ve kısa sürgün denilen tutam üzerinde birçoğu biraradadır.
Fıçı ya da yumurta biçimindeki kozalakları olgunlaşınca pulları göknarlarda olduğu gibi dağılır ve eksenleri sürgün üzerinde kalır
Ağaçları Tanıyalım(Karaçam)
Bütün kıyı bölgelerimizin dağlık kesimlerinde saf ya da karışık ormanlar kurar, hatta stebe kadar sokulur.Ülkemizde 2.527.685 hektar saf karaçam ormanı bulunmaktadır. Gövdesinin ve dallarının kalınlığı, gri ve derin çatlaklı kabuğu, iğne yapraklarının koyu yeşil rengi ile diğer çam türlerinden ayrılır.30-35 m'ye kadar boylanabilir.
Doğal olarak yetişen dört alt türü; Anadolu karaçamı (P.nigra var. Pallisiana Y), Ehrami karaçam (P.nigra var. Pyramidata E.T), Ebe çamı (P.nigra var seneriana, E.T) ve büyük kozalaklı karaçam (P.nigra var. Yaltıriana E.T) dır.
Doğal olarak yetişen dört alt türü; Anadolu karaçamı (P.nigra var. Pallisiana Y), Ehrami karaçam (P.nigra var. Pyramidata E.T), Ebe çamı (P.nigra var seneriana, E.T) ve büyük kozalaklı karaçam (P.nigra var. Yaltıriana E.T) dır.
Ağaçları Tanıyalım (Kayın)
Daha çok kuzey bölgelerimizde doğal yayılış göstermekle birlikte kayın ağacı güneydeki Amanoslar'da da yayılış gösterir. Saf yada göknar, ladin, çam ve meşelerle karışık geniş ormanlar kurar. Ülkemizde 713.842 Ha. koru ve 1.555 Ha. baltalık kayın ormanı bulunmaktadır. 40 m. boya ulaşabilen kayınların düzgün ve silindirik gövdeleri vardır. 6-9 cm uzunluktaki dalgalı kenarlı elips şeklindeki yapraklarının sonbahardaki kırmızı rengi çok etkileyicidir. Yağlı meyveleri doğada yaban hayvanları için önemli bir besin kaynağıdır.
Türkiye'de doğal olarak yetişen türleri;
Doğu Kayını (Fagus orientalis)
Avrupa Kayını (Fagus silvatica)
Türkiye'de doğal olarak yetişen türleri;
Doğu Kayını (Fagus orientalis)
Avrupa Kayını (Fagus silvatica)
Yeşil Yaşam Çiçeklerden Sonra Ağaçları Tanıtıyor (SARIÇAM)
Sarıçam, Kuzey Anadolu'nun yüksek dağlık kesimlerinde saf yada karışık ormanlar kurmakla birlikte, küçük adacıklar halinde iç ve güney bölgelerimize kadar ulaşır. Ülkemizde bulunan sarıçam ormanlarının kapladığı alan 757.426 Hektardır.
Adını, levhalar halinde ayrılan gövde kabuğunun tilki sarısı renginden alır. Narin gövdeli, sivri tepeli ve ince dallı bir ağaçtır. Yetişkin bireylerinin boyu 40 metreyi aşar. kendine özgü kabuk renginin dışında, ince yapraklarının kısalığı ve mavimsi yeşil rengi ilk bakışta diğer çam türlerinden ayırt edilecek özellikleridir.
Adını, levhalar halinde ayrılan gövde kabuğunun tilki sarısı renginden alır. Narin gövdeli, sivri tepeli ve ince dallı bir ağaçtır. Yetişkin bireylerinin boyu 40 metreyi aşar. kendine özgü kabuk renginin dışında, ince yapraklarının kısalığı ve mavimsi yeşil rengi ilk bakışta diğer çam türlerinden ayırt edilecek özellikleridir.
Yeşil için Orman'ın faydaları
Maddi faydaları
Doğu Karadeniz ormanları
Teknolojinin gelişmesi ve elektrik enerjisi, petrol, maden kömürü gibi çeşitli enerji maddelerinin bulunmuş olmasına rağmen odun, yakacak maddesi olarak önemini sürdürmektedir. Dünya odun üretiminin hemen hemen % 50'si yakacak olarak kullanılmakta ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu oran % 80'e varmaktadır.
Ormandan elde edilen tali ürünler, parfümeri, boya, ilaç, dericilik, tecrit malzemesi gibi endüstri kuruluşlarının ham maddesini meydana getirmektedir.
Türkiye'de üretilen orman tali ürünlerinin başlıcaları; reçine, sığla yağı, palamut, mazı, defne yaprağı, çam fıstığı, sumak, kestane, ıhlamur çiçeği, mahlep, meyan kökü ve keçiboynuzu vb.dir.
Kollektif faydaları
Ormanın bu yöndeki hizmetleri, maddi faydaları ile ölçülemeyecek kadar fazladır. Bulundukları yerin iklimini, kara iklim tipinden ılıman iklim tipine yöneltirler. Bu sayede don, kuraklık, aşırı sıcaklık, fırtına gibi zararları önlemek ve azaltmak suretiyle faydalı olurlar. Ormanın etkisi altında kalan sahaların nisbi rutubeti fazla olduğu gibi, akarsu ve kaynakların verimi, düzenli ve devamlıdır.Ormanların tarımı, hayvancılığı, bayındırlık tesislerini koruması; karada ve deniz kıyılarında kumulların teşekkülüne engel olması; bataklıkları kurutmak, havaya saf oksijen vermek, gürültüyü ve hava kirliliğini önlemek suretiyle insan sağlığına yardım etmesi; çeşitli av hayvanlarını barındırıp beslemekle yurdun tabii varlığını ve güzelliğini zenginleştirmesi gibi hususlar kollektif hizmetlerinin başlıcalarını teşkil eder.
Yeşil Yaşam'dan Nükleer gerçekleri
Nükleer enerji,günümüzün ve geleceğin en önemli enerji kaynaklarından biri olarak kabul görmektedir.Petrol ve doğalgaz'ın bazı ülkede geniş rezervler halinde bulunması,ve bu kaynakların yenilenemez oluşu birçok ülkeyi nükleer araştırmalara ve nükleer enerjiden faydalanmaya yönlendirmiştir.Bugün bakıldığında dünya üzerinde 400'den fazla nükleer enerji santrali vardır ve bunlar Dünya'nın toplam elektrik ihtiyacının %15'ini sağlayacak kapasitede çalışmaktadılar.Örneğin Fransa,elektrik ihtiyacının %77'sini nükleer reaktörlerinden sağlamaktadır.
Yetişmiş eleman,atıkların depolanması ve yeterli güvenlik çalışması nükleer santrallerin en önemli sorunlarıdır. Bu nedenlerle bu güne kadar çevreye zarar verebilecek ölçüde büyük 4 tane nükleer santral kazası gerçekleştiği bilinmektedir, açıklanmayan ve gizlenen başka facialar olabilir. Bunlardan ilk 2'si alınan önlemlerle çevrelerine herhangi bir zarar vermediği söylenirken, 3.olarak gerçekleşen Çernobil Faciası doğaya ve insanlara çok feci zararlar verdiği bilinmektedir, 4. Fukuşima Faciası ise Çernobil Faciasını tehlike seviyesi olarak geçtiği belirtilmiştir.
Bu kazalar:
1)1957 yılında İskoçya'da meydana gelen Windscale kazası; bu kazada reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmakla beraber ölümle veya akut radyasyon hastalığıyla sonuçlanan bir olay meydana gelmemiştir.
2)1979 yılında ABD'de meydana gelen Three Mile Island kazası; normal bir işletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatası ile kazaya dönüşmüş, ancak kısmi reaktör kalbi ergimesi meydana gelmesine rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmadığı söylenmiştir.
3)1986 yılında Ukrayna'da meydana gelen Çernobil reaktör kazası; tek kelimeyle bir faciadır. Kazanın nedenleri; operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralde deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında derinliğine güvenlik prensibine aykırı olarak, reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun inşa edilmemiş olması olarak özetlenebilir.
4)2011 yılında Japonya'da meydana gelen Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları 9.0 büyüklüğündeki 11 Mart günü olan 2011 Tōhoku depremi ve tsunamisi sonrasında meydana geldi. Honşu adası açıklarında meydana gelen bu deprem,[6] Japonya'da büyük bir tsunamiye yol açtı. Tsunami Japonyaya çok büyük zarar verdi, ve nükleer enerji santrallerinde arızalar meydana getirdi.
26 Nisan 1986'da Ukrayna'daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşayan 336.000 insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4.000 doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600.000 kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştur [1]. Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra tüm Avrupa (Türkiye'de özellike Karadeniz ve Marmara bölgesi) üzerine yayılmış ve Çernobil'den yaklaşık 1100 km uzaklıktaki İsveç Formsmark Nükleer Reaktöründe çalışan 27 kişinin elbiselerinde radyoaktif parçacıklara rastlanmış ve yapılan araştırmada radyoaktif parçacıkların İsveç'ten değil Çernobil'den gelen parçacıklar olduğu tespit edilmiştir
Yetişmiş eleman,atıkların depolanması ve yeterli güvenlik çalışması nükleer santrallerin en önemli sorunlarıdır. Bu nedenlerle bu güne kadar çevreye zarar verebilecek ölçüde büyük 4 tane nükleer santral kazası gerçekleştiği bilinmektedir, açıklanmayan ve gizlenen başka facialar olabilir. Bunlardan ilk 2'si alınan önlemlerle çevrelerine herhangi bir zarar vermediği söylenirken, 3.olarak gerçekleşen Çernobil Faciası doğaya ve insanlara çok feci zararlar verdiği bilinmektedir, 4. Fukuşima Faciası ise Çernobil Faciasını tehlike seviyesi olarak geçtiği belirtilmiştir.
Bu kazalar:
1)1957 yılında İskoçya'da meydana gelen Windscale kazası; bu kazada reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmakla beraber ölümle veya akut radyasyon hastalığıyla sonuçlanan bir olay meydana gelmemiştir.
2)1979 yılında ABD'de meydana gelen Three Mile Island kazası; normal bir işletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatası ile kazaya dönüşmüş, ancak kısmi reaktör kalbi ergimesi meydana gelmesine rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmadığı söylenmiştir.
3)1986 yılında Ukrayna'da meydana gelen Çernobil reaktör kazası; tek kelimeyle bir faciadır. Kazanın nedenleri; operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralde deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında derinliğine güvenlik prensibine aykırı olarak, reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun inşa edilmemiş olması olarak özetlenebilir.
4)2011 yılında Japonya'da meydana gelen Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları 9.0 büyüklüğündeki 11 Mart günü olan 2011 Tōhoku depremi ve tsunamisi sonrasında meydana geldi. Honşu adası açıklarında meydana gelen bu deprem,[6] Japonya'da büyük bir tsunamiye yol açtı. Tsunami Japonyaya çok büyük zarar verdi, ve nükleer enerji santrallerinde arızalar meydana getirdi.
26 Nisan 1986'da Ukrayna'daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşayan 336.000 insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4.000 doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600.000 kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştur [1]. Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra tüm Avrupa (Türkiye'de özellike Karadeniz ve Marmara bölgesi) üzerine yayılmış ve Çernobil'den yaklaşık 1100 km uzaklıktaki İsveç Formsmark Nükleer Reaktöründe çalışan 27 kişinin elbiselerinde radyoaktif parçacıklara rastlanmış ve yapılan araştırmada radyoaktif parçacıkların İsveç'ten değil Çernobil'den gelen parçacıklar olduğu tespit edilmiştir
Yeşil Yaşam Orman Yangını Ele alıyor
Orman yangını, doğal ya da insani sebeplerden ortaya çıkan ormanların kısmen veya tamamen yanmasıdır. Yıldırım düşmesi,yanardağ patlaması ve yüksek sıcaklık gibi doğal sebeplerle çıkan yangınlar ve sigara, tarımsal ürünler nedenli çıkan insan kaynaklı orman yangınları vardır. Ormanların yanması ekolojik olarak bir çok zarara sebep olur. İklim değişikliği ve kuraklık başlıca sonuçlardır.
Ormanları yangınlara karşı korumak için,
1.Ormanlara cam ve cam kırıkları atılmamalıdır. (Cam, güneş ışığını bir büyüteç gibi çimenlere çeker. Çimenler, tutuşarak çimenlerin alevlenmesine ve dolayısıyla yangının oluşmasına neden olacaktır.)
2.Mangal küllerini söndürmeden dökülmemelidir. Çünkü çimenlerin tutuşarak yangın çıkarma olasılığı vardır.
3.Bir yangın gördüğümüz zaman 110 yangın ihbar hattına bildirmeliyiz; eğer bu bir orman yangınıysa, o zaman 177 alo orman yangını ihbar hattına bildirmeliyiz.
4.Halk görevli kişiler ve çevre örgütleri tarafından bilinçlendirilmeli, bu konuda seminerler ve konferanslar düzenlenmelidir.
5.Ormanda ateş yakmamalıyız, yakmak zorundaysak çimensiz bir alanda ateşin etrafına taş koyarak yakmalıyız.
Ormanları yangınlara karşı korumak için,
1.Ormanlara cam ve cam kırıkları atılmamalıdır. (Cam, güneş ışığını bir büyüteç gibi çimenlere çeker. Çimenler, tutuşarak çimenlerin alevlenmesine ve dolayısıyla yangının oluşmasına neden olacaktır.)
2.Mangal küllerini söndürmeden dökülmemelidir. Çünkü çimenlerin tutuşarak yangın çıkarma olasılığı vardır.
3.Bir yangın gördüğümüz zaman 110 yangın ihbar hattına bildirmeliyiz; eğer bu bir orman yangınıysa, o zaman 177 alo orman yangını ihbar hattına bildirmeliyiz.
4.Halk görevli kişiler ve çevre örgütleri tarafından bilinçlendirilmeli, bu konuda seminerler ve konferanslar düzenlenmelidir.
5.Ormanda ateş yakmamalıyız, yakmak zorundaysak çimensiz bir alanda ateşin etrafına taş koyarak yakmalıyız.
Yeşil Yaşam Küresel Isınmaya DİKKAT Çekiyor
İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü ile tutuluyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.
Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.
Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
Küresel ısınma insan sağlığını da doğrudan etkiliyor
Bilimadamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde.
Biz neler yapabiliriz ? sorusunun cevabı, Neler yapabiliriz ? başlıklı içeriğimizde. Ayrıca Yapmamız Gerekenler başlığına da bakabilirsiniz.
Kaynak: kuresel-isinma.org
Küresel Isınmanın Nedenleri: Hava koşullarının uzun bir zaman kesiti içinde ortalama durumu iklim olarak tanımlanır. Dünya son bir milyar yıl içinde yaklaşık ikiyüzelli milyon yıl süren sıcak dönemler ve bunların ardından gelen dört büyük soğuk dönem geçirmiştir. Dünya yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme daha girmiş, bu dönemde yüzbin yılda bir on bin yıl süreyle görülen sıcak dönemlerin haricinde soğuma eğilimi göstermiştir. Şu an bu sıcak dönemlerden biri yaşanmaktadır. Dört bin yıl önce başlayan sıcaklık düşüşleri sonucunda Dünya'nın soğuma eğiliminin artması beklenmekteydi fakat bu artış son yüzelli yıldır gerçekleşmemiştir.
Güneş gibi doğal etkenlerle büyüyen bu artışın nedeni, özellikle son dönemlerde, büyük ölçüde insan kaynaklı olan sera etkisiyle oluşan küresel ısınmadır.
Güneşin Etkisi:
ESA bilim adamlarından Paal Brekke; iklim bilimcilerinin uzun süredir Güneş beneklerinin 11 yıllık döngüsel hareketini ve Güneş'in yüzyıllık süreçler içinde parlaklık değişimini incelediklerini belirtmiştir. Bunun sonucunda Güneş'in manyetik alanı ve protonlar ile elektronlar biçiminde ortaya çıkan güneş rüzgarının, Güneş sisteminde kozmik ışımalara karşı bir kalkan görevinde olduğu açıklanmaktadır. Güneş'in değişken aktivitesiyle zayıflayabilen bu kalkan, kozmik ışımaları geçirmektedir. Kozmik ışımaların fazla olması bulutlanmayı arttırmakta, Güneş'ten gelen radyasyon oranını değiştirerek küresel sıcaklık artışına neden olmaktadır.
Güneş'ten gelen ultraviyole ışınım aynı zamanda kimyasal reaksiyonların oluştuğu (ve dolayısıyla atmosferin tamamını etkileyen) ozon tabakası üzerinde değişikliğe yol açacaktır.
Dünya'nın Presizyon Hareketi:
1930 yılında Sırp bilim adamı Milutin MİLANKOVİÇ Dünya'nın Güneş çevresindeki yörüngesinin her doksanbeş bin yılda biraz daha basıklaştığını göstermiştir. Bunun dışında her kırkbir bin yılda Dünya'nın ekseninde doğrusal bir kayma ve her yirmi üç bin yılda dairesel bir sapma bulunduğunu belirtmiştir. Günümüz bilim adamlarının bir çoğu Dünya'nın bu hareketlerinden dolayı zaman zaman soğuk dönemler yaşadığını ve bu soğuk dönemler içindeyse yüz bin yıllık periyotlarda on bin yıl süreyle sıcak dönemler geçirdiğini bildirmektedir. Bu da Dünya'nın doğal ısınmasının bir nedenini oluşturmaktadır.
El Nino'nun Etkisi:
"Güney salınımı sıcak olayı" olararak tanımlanabilecek El Niño hareketi, 1990-1998 yıllarında tropikal doğu Pasifik Okyanusu'nda deniz yüzeyi sıcaklıklarının normalden 2-5º daha yüksek olmasına neden olmuştur. Özellikle 1997 ve 1998 yıllarındaki rekor düzeyde yüzey sıcaklıklarının oluşmasında, 1997-1998 kuvvetli El Niño olaylarının etkisinin önemli olduğu kabul edilmektedir. 1998'deki çok kuvvetli El Niño bu yılın küresel rekor ısınmasına katkıda bulunan ana etmen olarak değerlendirilebilir.
Fosil Yakıtlar:
Kömür, petrol ve doğalgaz dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının yaklaşık u'lik bölümünü sağlamaktadır. Yapılarında karbon ve hidrojen elementlerini bulunduran bu fosil yakıtlar, uzun süreçler içerisinde oluşmakta fakat çok çabuk tüketilmektedir. Dünyanın belirli bölgelerinde toplanmış bu yakıtların günümüz teknolojisiyle ¾'ünün yarısının çıkarılması imkansız; diğer yarısının ise çıkarılması teknik olarak çok pahalıdır. Bu da fosil yakıtları yenilenemeyen ve sınırlı yakıtlar sınıfına sokmaktadır.
Sera gazları:
Sera Gazları Oluşumu:
Güneş'ten gelen ışınların bir bölümü ozon tabakası ve atmosferdeki gazlar tarafından soğurulur. Bir kısmı litosferden, bir kısmı ise bulutlardan geriye yansır. Yeryüzüne ulaşan ışınlar geriye dönerken atmosferdeki su buharı ve diğer gazlar tarafından tutularak Dünya'yı ısıtmakta olduğundan yüzey ve troposfer, olması gerekenden daha sıcak olur. Bu olay, Güneş ışınlarıyla ısınan ama içindeki ısıyı dışarıya bırakmayan seraları andırır; bu nedenle de doğal sera etkisi olarak adlandırılır
sera etkisinin Önemi:
Sera etkisi doğal olarak oluşmakta ve iklim üzerinde önemli rol oynamaktadır. Endüstri devrimi ile birlikte, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, insan aktivitesi sera gazlarının miktarını her geçen yıl arttırarak yüksek oranlara ulaştırmıştır.
Bu etkinin yokluğunda Dünya'nın ortalama sıcaklığının -18ºC olacağı belirtilmektedir. Ancak yaşamsal etkisi olan sera gazlarının miktarının normalin üzerine çıkması ve bu artışın sürmesi de Dünya'nın iklimsel dengelerinin bozulmasına neden olmaktadır.
Bu doğal etkiyi arttıran karbondioksit, metan, su buharı, azotoksit ve kloroflorokarbonlar sera gazları olarak adlandırılmaktadır. Ozon tabakasının incelmesi de başka bir etkendir.
Sera Gazları : Karbondioksit (CO2):
Dünya'nın ısınmasında önemli bir rolü olan CO2, Güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşması sırasında bu ışınlara karşı geçirgendir. Böylece yeryüzüne çarpıp yansıdıklarında onları soğurur.
CO2'in atmosferdeki kosantrasyonu 18. ve 19. yüzyıllarda 280-290 ppm arasında iken fosil yakıtların kullanılması sonucunda günümüzde yaklaşık 350 ppm'e kadar çıkmıştır. Yapılan ölçümlere göre atmosferdeki CO2 miktarı 1958'den itibaren %9 artmış ve günümüzdeki artış miktarı yıllık 1 ppm olarak hesaplanmıştır.
Dünyada enerji kullanımı sürekli arttığından, kullanılmakta olan teknoloji kısa dönemde değişse bile, karbondioksit artışının durdurulması olası görülmemektedir.
Sera Gazları: Metan (CH4):
Oranı binlerce yıldan beri değişmemiş olan metan gazı, son birkaç yüzyılda iki katına çıkmış ve 1950'den beri de her yıl %1 artmıştır. Yapılan son ölçümlerde ise metan seviyesinin 1,7 ppm'e vardığı görülmüştür. Bu değişiklik CO2 seviyesindeki artışa göre az olsa da, metanın CO2'den 21 kat daha kalıcı olması nedeniyle en az CO2 kadar dünyamızı etkilemektedir.
Amerika ve birçok batı ülkesinde çöplüklerin büyük yer kaplaması sorun yaratmaktadır. Organik çöplerden pek çoğu ayrışarak büyük miktarda metan salgılamakta, bu gaz da özellikle iyi havalandırması olmayan ve kontrol altında tutulmayan eski çöplüklerde patlamalara ve içten yanmalara neden olmaktadır. Daha da önemlisi atmosfere salınan metan oranı artmakta ve bunun sonucu olarak da sera etkisi tehlikeli boyutlara varmaktadır.
Sera Gazları: Azotoksit ve Su Buharı:
Azot ve oksijen 250ºC sıcaklıkta kimyasal reaksiyona giren azotoksitleri meydana getirir. Azotoksit, tarımsal ve endüstriyel etkinlikler ve katı atıklar ile fosil yakıtların yanması sırasında oluşur. Arabaların egzosundan da çıkmakta olan bu gaz, çevre kirlenmesine neden olmaktadır.
Sera etkisine yol açan gazlardan en önemlilerinden biri de su buharıdır. Fakat troposferdeki yoğunluğunda etkili olan insan kaynakları değil iklim sistemidir. Küresel ısınmayla artan su buharı iklim değişimlerine yol açacaktır.
Sera Gazları: Kloroflorokarbonlar (CFCs):
CFC'ler klorin, flüorin, karbon ve çoğunlukla da hidrojenin karışımından oluşur. Bu gazların çoğunluğu 1950'lerin ürünü olup günümüzde buzdolaplarında, klimalarda, spreylerde, yangın söndürücülerde ve plastik üretiminde kullanılmaktadır. Bilimadamları bu gazların ozonu yok ederek önemli iklim ve hava değişikliklerine neden olduklarını kanıtlamışlardır. Bu gazlar; DDT, Dioksin, Cıva, Kurşun, Vinilklorid, PCB'ler, Kükürtdioksit, Sodyumnitrat ve Polimerler'dir.
Sera Gazları: Kloroflorokarbonlar (CFCs):
1- DDT: 1940-1950 yılları arasında dünya çapında tarım alanlarındaki böcekleri zehirlemek için kullanılmıştır. Kimyasal adı 'diklorodifeniltrikloroetan'dır. Klorin içeren bu gazın insan dahil diğer canlılar için de öldürücü olduğu fark edildikten sonra üretimden kaldırılmıştır.
2- Dioksin: 100'ün üstünde çeşidi vardır. Bitkilerin ve böceklerin tahribatı için kullanılır. Çoğu çeşidi çok tehlikelidir; kansere ve daha birçok hastalığa neden olmaktadır.
3- Cıva: Cıvanın en önemli özelliği diğer elementler gibi çözünmemesidir. 1950-1960 yılları arasında etkisini önemli ölçüde göstermiş, Japonya'da birkaç yüz balıkçının ölümüne neden olmuştur. Bir ara kozmetik ürünlerinde kullanılmışsa da daha sonra son derece zehirli olduğu anlaşılıp vazgeçilmiştir.
4- Kurşun: Günümüzde kalemlerin içinde grafit olarak kullanılmaktadır. Vücudun içine girdiği takdirde çok zehirleyicidir; sinir sistemini çökertip beyne hasar verir.
5- Vinilklorid: PVC yani 'polyvinyl chloride' elde etmek için kullanılan bir gaz karışımıdır. Solunduğunda toksik etkilidir.
6- PCB'ler: PCB, İngilizce bir terim olan 'polychlorinated biphenyls' ten gelmektedir. Bu endüstriyel kimyasal toksik ilk olarak 1929'da kullanılmaya başlanmış ve 100'ün üstünde çeşidi olduğu tespit edilmiştir. Bunlar büyük santrallerdeki elektrik transformatörlerinin yalıtımında, birçok elektrikli ev aletlerinde aynı zamanda boya ve yapıştırıcıların esneklik kazanmasında kullanılmaktadır. Bunun yanında kansere yol açtığı bilinmektedir.
7- Sodyumnitrat: Füme edilmiş balık, et ve diğer bazı yiyecekleri korumak için kullanılan bir çeşit tuzdur. Vücuda girdiğinde kansere yol açtığı bilinmektedir.
8- Kükürtdioksit (SO2): Bu gaz sülfürün, yağın, çeşitli doğal gazların ve kömürle petrol gibi fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkar. Kükürtdioksit ve azotoksidin birbiriyle reaksiyonu sonucunda asit yağmurlarını oluşturan sülfürürik asit (H2SO4) oluşur.
9- Polimerler: Doğal ve sentetik çeşitleri bulunmaktadır. Doğal olanları protein ve nişasta içerirler. Sentetik olanlarıysa plastik ürünlerinde ve el yapımı kumaşlarda bulunup naylon, teflon, polyester, spandeks, stirofoam gibi adlar alırlar.
Sera Gazları: Ozon:
Ozon tabakasının incelmesi "Küresel Isınma"yı dolaylı yoldan arttırmaktadır. USNAS'ın 1979'da yayınladığı raporda, ozon tabakasında %5 - arasında bir azalma olduğu gözlemlendiği öne sürülmüştür.
Oysa bundan bir yıl önce Kasım 1978'de uzaya fırlatılan Nimbus-7 uydusundan alınan verilere göre toplam atmosferik ozon seviyesi 1979-1991 yılları arasında orta enlemlerde %3-%5, yukarı enlemlerde %6 ila %8 arasında azalmıştır (Gleason 1993). 1992 yılında Antartika'daki Ozon seviyesi ise 1979'daki seviyenin P'sine inmiştir. 1950 ve 60'lı yıllardaki ozon kalınlığı da 1990'lı yıllardan sonra 1/3'üne kadar inmiştir. "The National Research Council"ın 1982 Mart raporuna göre CFC salınımı bu şekilde devam ederse 21. yy'nin sonunda stratosferdeki ozon miktarı %5 ile arasında bir değerde azalacaktır.
Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:
Dünyanın sıcaklığı sanayi devriminden bu yana 0,45ºC artmıştır. Bunun esas nedeni fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan CO2 ve diğer sera gazlarıdır. Artan nüfus ve büyüyen ekonominin enerji gereksinimleri de fazlalaşmaktadır. Bu gereksinimin karşılanması ise fosil yakıt tüketiminin artmasına ve atmosferdeki CO2 miktarının büyük ölçüde çoğalmasına neden olmaktadır. Sıcaklık artışının olası etkileri teoriler biçiminde incelenmektedir.
Şehirlerin Isı Adası Etkisi:
Güneşli ve sıcak günlerde, yoğun nüfuslu ve yüksek binaların sıklıkla görüldüğü kentsel bölgelerin çevrelerine göre daha sıcak olmaları, şehirlerin ısı adası etkisini oluşturur. Bu asfaltlanmış alanlar,bitki topluluklarının köreltilmiş olduğu bölgeler ve siyah yüzeyler "ısı adası etkisi"nin başlıca nedenleridir.
Kentleşmiş alanlarda hava dolaşımının yapılaşmanın artışıyla engellenmesi ve doğal iklim ortamının bozulması yerel bir ısınmaya yol açar. Bu tür yerel ısınmalar da küresel ısınmayı arttırıcı etkidedir.
Şehir planlamasında ve bina yapımında güneş ile yapı arasındaki ilişkinin iyi ayarlanması ısı adası etkisini engelleyecektir.
Örnek Şehirler:Detroit (USA), Los Angeles (USA) ,Hong Kong (ÇİN)...
Smog:
Havaya salınan fazla miktardaki gazlar, atmosferdeki havayı yoğunlaştırır, gaz tabakasını kalınlaştırır. Bu yüzden gelen güneş ışınları daha fazla emilir, daha az yansıtılır ve yapay bir sera etkisi oluşur. Gazlar, özellikle büyük şehirlerde, Hava Yoğunluğu (Smog) oluşturarak etkili olmaktadır.
Smog oluşumunun bulunduğu yerleşim yerlerinde yaşayan insanlarda
- Akciğer ağrıları
- Hırıltı
- Öksürük
- Baş ağrısı
- Akciğer iltihapları görülür.
Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:
Kuraklık ve seller: Sera etkisi çeşitli iklim değişikliklerine yol açacaktır. Önlem alınmadığı takdirde bazı doğa olaylarının olumsuz etkileri çok büyük boyutlara ulaşacaktır.
Güç üretiminde azalma: Elektrik güç santrallerinin tamamı suya ihtiyaç duymaktadır. Sıcak geçen yıllarda elektrik istemi artacak fakat su miktarının azalmasından dolayı elektrik üretimi düşecektir. Bu da devlet ve halklara ekonomik sıkıntılar yaşatacak, çeşitli sorunlara neden olacaktır.
Nehir ulaşımında problemler: Sıcaklık artışına bağlı olarak nehir sularının alçalması, suyolu ticaretine engel oluşturup ulaşım giderlerini arttırmaktadır.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü ile tutuluyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilimadamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor.
Bilimadamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde farkedilebilir etkileri olduğu görüşünde.
Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.
Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor.
2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var.
Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor?
Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.
Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
Küresel ısınma insan sağlığını da doğrudan etkiliyor
Bilimadamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde.
Biz neler yapabiliriz ? sorusunun cevabı, Neler yapabiliriz ? başlıklı içeriğimizde. Ayrıca Yapmamız Gerekenler başlığına da bakabilirsiniz.
Kaynak: kuresel-isinma.org
Küresel Isınmanın Nedenleri: Hava koşullarının uzun bir zaman kesiti içinde ortalama durumu iklim olarak tanımlanır. Dünya son bir milyar yıl içinde yaklaşık ikiyüzelli milyon yıl süren sıcak dönemler ve bunların ardından gelen dört büyük soğuk dönem geçirmiştir. Dünya yaklaşık elli milyon yıl önce soğuk bir döneme daha girmiş, bu dönemde yüzbin yılda bir on bin yıl süreyle görülen sıcak dönemlerin haricinde soğuma eğilimi göstermiştir. Şu an bu sıcak dönemlerden biri yaşanmaktadır. Dört bin yıl önce başlayan sıcaklık düşüşleri sonucunda Dünya'nın soğuma eğiliminin artması beklenmekteydi fakat bu artış son yüzelli yıldır gerçekleşmemiştir.
Güneş gibi doğal etkenlerle büyüyen bu artışın nedeni, özellikle son dönemlerde, büyük ölçüde insan kaynaklı olan sera etkisiyle oluşan küresel ısınmadır.
Doğal Nedenler :
Güneşin Etkisi:
ESA bilim adamlarından Paal Brekke; iklim bilimcilerinin uzun süredir Güneş beneklerinin 11 yıllık döngüsel hareketini ve Güneş'in yüzyıllık süreçler içinde parlaklık değişimini incelediklerini belirtmiştir. Bunun sonucunda Güneş'in manyetik alanı ve protonlar ile elektronlar biçiminde ortaya çıkan güneş rüzgarının, Güneş sisteminde kozmik ışımalara karşı bir kalkan görevinde olduğu açıklanmaktadır. Güneş'in değişken aktivitesiyle zayıflayabilen bu kalkan, kozmik ışımaları geçirmektedir. Kozmik ışımaların fazla olması bulutlanmayı arttırmakta, Güneş'ten gelen radyasyon oranını değiştirerek küresel sıcaklık artışına neden olmaktadır.
Güneş'ten gelen ultraviyole ışınım aynı zamanda kimyasal reaksiyonların oluştuğu (ve dolayısıyla atmosferin tamamını etkileyen) ozon tabakası üzerinde değişikliğe yol açacaktır.
Dünya'nın Presizyon Hareketi:
1930 yılında Sırp bilim adamı Milutin MİLANKOVİÇ Dünya'nın Güneş çevresindeki yörüngesinin her doksanbeş bin yılda biraz daha basıklaştığını göstermiştir. Bunun dışında her kırkbir bin yılda Dünya'nın ekseninde doğrusal bir kayma ve her yirmi üç bin yılda dairesel bir sapma bulunduğunu belirtmiştir. Günümüz bilim adamlarının bir çoğu Dünya'nın bu hareketlerinden dolayı zaman zaman soğuk dönemler yaşadığını ve bu soğuk dönemler içindeyse yüz bin yıllık periyotlarda on bin yıl süreyle sıcak dönemler geçirdiğini bildirmektedir. Bu da Dünya'nın doğal ısınmasının bir nedenini oluşturmaktadır.
El Nino'nun Etkisi:
"Güney salınımı sıcak olayı" olararak tanımlanabilecek El Niño hareketi, 1990-1998 yıllarında tropikal doğu Pasifik Okyanusu'nda deniz yüzeyi sıcaklıklarının normalden 2-5º daha yüksek olmasına neden olmuştur. Özellikle 1997 ve 1998 yıllarındaki rekor düzeyde yüzey sıcaklıklarının oluşmasında, 1997-1998 kuvvetli El Niño olaylarının etkisinin önemli olduğu kabul edilmektedir. 1998'deki çok kuvvetli El Niño bu yılın küresel rekor ısınmasına katkıda bulunan ana etmen olarak değerlendirilebilir.
Yapay nedenler :
Fosil Yakıtlar:
Kömür, petrol ve doğalgaz dünyanın bugünkü enerji ihtiyacının yaklaşık u'lik bölümünü sağlamaktadır. Yapılarında karbon ve hidrojen elementlerini bulunduran bu fosil yakıtlar, uzun süreçler içerisinde oluşmakta fakat çok çabuk tüketilmektedir. Dünyanın belirli bölgelerinde toplanmış bu yakıtların günümüz teknolojisiyle ¾'ünün yarısının çıkarılması imkansız; diğer yarısının ise çıkarılması teknik olarak çok pahalıdır. Bu da fosil yakıtları yenilenemeyen ve sınırlı yakıtlar sınıfına sokmaktadır.
Sera gazları:
Sera Gazları Oluşumu:
Güneş'ten gelen ışınların bir bölümü ozon tabakası ve atmosferdeki gazlar tarafından soğurulur. Bir kısmı litosferden, bir kısmı ise bulutlardan geriye yansır. Yeryüzüne ulaşan ışınlar geriye dönerken atmosferdeki su buharı ve diğer gazlar tarafından tutularak Dünya'yı ısıtmakta olduğundan yüzey ve troposfer, olması gerekenden daha sıcak olur. Bu olay, Güneş ışınlarıyla ısınan ama içindeki ısıyı dışarıya bırakmayan seraları andırır; bu nedenle de doğal sera etkisi olarak adlandırılır
sera etkisinin Önemi:
Sera etkisi doğal olarak oluşmakta ve iklim üzerinde önemli rol oynamaktadır. Endüstri devrimi ile birlikte, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, insan aktivitesi sera gazlarının miktarını her geçen yıl arttırarak yüksek oranlara ulaştırmıştır.
Bu etkinin yokluğunda Dünya'nın ortalama sıcaklığının -18ºC olacağı belirtilmektedir. Ancak yaşamsal etkisi olan sera gazlarının miktarının normalin üzerine çıkması ve bu artışın sürmesi de Dünya'nın iklimsel dengelerinin bozulmasına neden olmaktadır.
Bu doğal etkiyi arttıran karbondioksit, metan, su buharı, azotoksit ve kloroflorokarbonlar sera gazları olarak adlandırılmaktadır. Ozon tabakasının incelmesi de başka bir etkendir.
Sera Gazları : Karbondioksit (CO2):
Dünya'nın ısınmasında önemli bir rolü olan CO2, Güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşması sırasında bu ışınlara karşı geçirgendir. Böylece yeryüzüne çarpıp yansıdıklarında onları soğurur.
CO2'in atmosferdeki kosantrasyonu 18. ve 19. yüzyıllarda 280-290 ppm arasında iken fosil yakıtların kullanılması sonucunda günümüzde yaklaşık 350 ppm'e kadar çıkmıştır. Yapılan ölçümlere göre atmosferdeki CO2 miktarı 1958'den itibaren %9 artmış ve günümüzdeki artış miktarı yıllık 1 ppm olarak hesaplanmıştır.
Dünyada enerji kullanımı sürekli arttığından, kullanılmakta olan teknoloji kısa dönemde değişse bile, karbondioksit artışının durdurulması olası görülmemektedir.
Sera Gazları: Metan (CH4):
Oranı binlerce yıldan beri değişmemiş olan metan gazı, son birkaç yüzyılda iki katına çıkmış ve 1950'den beri de her yıl %1 artmıştır. Yapılan son ölçümlerde ise metan seviyesinin 1,7 ppm'e vardığı görülmüştür. Bu değişiklik CO2 seviyesindeki artışa göre az olsa da, metanın CO2'den 21 kat daha kalıcı olması nedeniyle en az CO2 kadar dünyamızı etkilemektedir.
Amerika ve birçok batı ülkesinde çöplüklerin büyük yer kaplaması sorun yaratmaktadır. Organik çöplerden pek çoğu ayrışarak büyük miktarda metan salgılamakta, bu gaz da özellikle iyi havalandırması olmayan ve kontrol altında tutulmayan eski çöplüklerde patlamalara ve içten yanmalara neden olmaktadır. Daha da önemlisi atmosfere salınan metan oranı artmakta ve bunun sonucu olarak da sera etkisi tehlikeli boyutlara varmaktadır.
Sera Gazları: Azotoksit ve Su Buharı:
Azot ve oksijen 250ºC sıcaklıkta kimyasal reaksiyona giren azotoksitleri meydana getirir. Azotoksit, tarımsal ve endüstriyel etkinlikler ve katı atıklar ile fosil yakıtların yanması sırasında oluşur. Arabaların egzosundan da çıkmakta olan bu gaz, çevre kirlenmesine neden olmaktadır.
Sera etkisine yol açan gazlardan en önemlilerinden biri de su buharıdır. Fakat troposferdeki yoğunluğunda etkili olan insan kaynakları değil iklim sistemidir. Küresel ısınmayla artan su buharı iklim değişimlerine yol açacaktır.
Sera Gazları: Kloroflorokarbonlar (CFCs):
CFC'ler klorin, flüorin, karbon ve çoğunlukla da hidrojenin karışımından oluşur. Bu gazların çoğunluğu 1950'lerin ürünü olup günümüzde buzdolaplarında, klimalarda, spreylerde, yangın söndürücülerde ve plastik üretiminde kullanılmaktadır. Bilimadamları bu gazların ozonu yok ederek önemli iklim ve hava değişikliklerine neden olduklarını kanıtlamışlardır. Bu gazlar; DDT, Dioksin, Cıva, Kurşun, Vinilklorid, PCB'ler, Kükürtdioksit, Sodyumnitrat ve Polimerler'dir.
Sera Gazları: Kloroflorokarbonlar (CFCs):
1- DDT: 1940-1950 yılları arasında dünya çapında tarım alanlarındaki böcekleri zehirlemek için kullanılmıştır. Kimyasal adı 'diklorodifeniltrikloroetan'dır. Klorin içeren bu gazın insan dahil diğer canlılar için de öldürücü olduğu fark edildikten sonra üretimden kaldırılmıştır.
2- Dioksin: 100'ün üstünde çeşidi vardır. Bitkilerin ve böceklerin tahribatı için kullanılır. Çoğu çeşidi çok tehlikelidir; kansere ve daha birçok hastalığa neden olmaktadır.
3- Cıva: Cıvanın en önemli özelliği diğer elementler gibi çözünmemesidir. 1950-1960 yılları arasında etkisini önemli ölçüde göstermiş, Japonya'da birkaç yüz balıkçının ölümüne neden olmuştur. Bir ara kozmetik ürünlerinde kullanılmışsa da daha sonra son derece zehirli olduğu anlaşılıp vazgeçilmiştir.
4- Kurşun: Günümüzde kalemlerin içinde grafit olarak kullanılmaktadır. Vücudun içine girdiği takdirde çok zehirleyicidir; sinir sistemini çökertip beyne hasar verir.
5- Vinilklorid: PVC yani 'polyvinyl chloride' elde etmek için kullanılan bir gaz karışımıdır. Solunduğunda toksik etkilidir.
6- PCB'ler: PCB, İngilizce bir terim olan 'polychlorinated biphenyls' ten gelmektedir. Bu endüstriyel kimyasal toksik ilk olarak 1929'da kullanılmaya başlanmış ve 100'ün üstünde çeşidi olduğu tespit edilmiştir. Bunlar büyük santrallerdeki elektrik transformatörlerinin yalıtımında, birçok elektrikli ev aletlerinde aynı zamanda boya ve yapıştırıcıların esneklik kazanmasında kullanılmaktadır. Bunun yanında kansere yol açtığı bilinmektedir.
7- Sodyumnitrat: Füme edilmiş balık, et ve diğer bazı yiyecekleri korumak için kullanılan bir çeşit tuzdur. Vücuda girdiğinde kansere yol açtığı bilinmektedir.
8- Kükürtdioksit (SO2): Bu gaz sülfürün, yağın, çeşitli doğal gazların ve kömürle petrol gibi fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkar. Kükürtdioksit ve azotoksidin birbiriyle reaksiyonu sonucunda asit yağmurlarını oluşturan sülfürürik asit (H2SO4) oluşur.
9- Polimerler: Doğal ve sentetik çeşitleri bulunmaktadır. Doğal olanları protein ve nişasta içerirler. Sentetik olanlarıysa plastik ürünlerinde ve el yapımı kumaşlarda bulunup naylon, teflon, polyester, spandeks, stirofoam gibi adlar alırlar.
Sera Gazları: Ozon:
Ozon tabakasının incelmesi "Küresel Isınma"yı dolaylı yoldan arttırmaktadır. USNAS'ın 1979'da yayınladığı raporda, ozon tabakasında %5 - arasında bir azalma olduğu gözlemlendiği öne sürülmüştür.
Oysa bundan bir yıl önce Kasım 1978'de uzaya fırlatılan Nimbus-7 uydusundan alınan verilere göre toplam atmosferik ozon seviyesi 1979-1991 yılları arasında orta enlemlerde %3-%5, yukarı enlemlerde %6 ila %8 arasında azalmıştır (Gleason 1993). 1992 yılında Antartika'daki Ozon seviyesi ise 1979'daki seviyenin P'sine inmiştir. 1950 ve 60'lı yıllardaki ozon kalınlığı da 1990'lı yıllardan sonra 1/3'üne kadar inmiştir. "The National Research Council"ın 1982 Mart raporuna göre CFC salınımı bu şekilde devam ederse 21. yy'nin sonunda stratosferdeki ozon miktarı %5 ile arasında bir değerde azalacaktır.
Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:
Dünyanın sıcaklığı sanayi devriminden bu yana 0,45ºC artmıştır. Bunun esas nedeni fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan CO2 ve diğer sera gazlarıdır. Artan nüfus ve büyüyen ekonominin enerji gereksinimleri de fazlalaşmaktadır. Bu gereksinimin karşılanması ise fosil yakıt tüketiminin artmasına ve atmosferdeki CO2 miktarının büyük ölçüde çoğalmasına neden olmaktadır. Sıcaklık artışının olası etkileri teoriler biçiminde incelenmektedir.
Şehirlerin Isı Adası Etkisi:
Güneşli ve sıcak günlerde, yoğun nüfuslu ve yüksek binaların sıklıkla görüldüğü kentsel bölgelerin çevrelerine göre daha sıcak olmaları, şehirlerin ısı adası etkisini oluşturur. Bu asfaltlanmış alanlar,bitki topluluklarının köreltilmiş olduğu bölgeler ve siyah yüzeyler "ısı adası etkisi"nin başlıca nedenleridir.
Kentleşmiş alanlarda hava dolaşımının yapılaşmanın artışıyla engellenmesi ve doğal iklim ortamının bozulması yerel bir ısınmaya yol açar. Bu tür yerel ısınmalar da küresel ısınmayı arttırıcı etkidedir.
Şehir planlamasında ve bina yapımında güneş ile yapı arasındaki ilişkinin iyi ayarlanması ısı adası etkisini engelleyecektir.
Örnek Şehirler:Detroit (USA), Los Angeles (USA) ,Hong Kong (ÇİN)...
Smog:
Havaya salınan fazla miktardaki gazlar, atmosferdeki havayı yoğunlaştırır, gaz tabakasını kalınlaştırır. Bu yüzden gelen güneş ışınları daha fazla emilir, daha az yansıtılır ve yapay bir sera etkisi oluşur. Gazlar, özellikle büyük şehirlerde, Hava Yoğunluğu (Smog) oluşturarak etkili olmaktadır.
Smog oluşumunun bulunduğu yerleşim yerlerinde yaşayan insanlarda
- Akciğer ağrıları
- Hırıltı
- Öksürük
- Baş ağrısı
- Akciğer iltihapları görülür.
Sera Gazlarının Bilinen ve Olası Etkileri:
Kuraklık ve seller: Sera etkisi çeşitli iklim değişikliklerine yol açacaktır. Önlem alınmadığı takdirde bazı doğa olaylarının olumsuz etkileri çok büyük boyutlara ulaşacaktır.
Güç üretiminde azalma: Elektrik güç santrallerinin tamamı suya ihtiyaç duymaktadır. Sıcak geçen yıllarda elektrik istemi artacak fakat su miktarının azalmasından dolayı elektrik üretimi düşecektir. Bu da devlet ve halklara ekonomik sıkıntılar yaşatacak, çeşitli sorunlara neden olacaktır.
Nehir ulaşımında problemler: Sıcaklık artışına bağlı olarak nehir sularının alçalması, suyolu ticaretine engel oluşturup ulaşım giderlerini arttırmaktadır.
Yeşil Yaşamda -Tema Haberleri-
V. Genç TEMA Ulusal Kongresi, İzmir’de Yapıldı
V. Genç TEMA Kongresi Sonuç Bildirgesi
Dünyada ve ülkemizde çevresel tahribatlar artarken, aynı şekilde bu tahribatın acilen ve mutlaka durdurulması gerektiğine inananların sayısı da artmaktadır. Biz ülke genelindeki üniversitelerde TEMA Vakfı’nın vizyon ve misyonu doğrultusunda faaliyet gösteren Genç TEMA’lar, insanı ve doğayı birbirinden ayırmayan, doğaya sadece yarar sağlamak için bakmayan, tüm canlıların sürdürülebilir yaşamının korunduğu bir ülke hayali için çalışıyoruz. Bunun için de yaşadığımız bölgedeki öncelikli çevre sorunlarını tespit ettik ve mücadele için yapabileceklerimizi hazırladığımız sonuç bildirgesi ile sıraladık:
Akdeniz Bölgesi;
Doğasıyla, tarihiyle, turizmiyle, güneşiyle, deniziyle, meyvesi ve sebzesiyle yaz kış sofralarımızı donatan tarımsal potansiyeliyle Akdeniz, dünyanın hayran kaldığı bir bölgemiz. Çarpık kentleşmenin tehdidi altındaki bölgedeki ormanlar, insan kaynaklı ve iklimsel koşullar nedeniyle sık sık yangınlarla yok oluyor.
- Akdenizin olağanüstü iklim koşullarının oluşturduğu doğal ve yaşlı ormanlar mutlaka korunması gereken gen merkezleridir. Bu ormanların yangınlardan korunması önceliklendirilmelidir.
- Bölgedeki doğal yapıda bulunan saf kızılçam ormanları çabuk yanabilecek yapıdadır. Bu nedenle yanan bölgelerde ormanlar arasında yangına dayanıklı türlerden oluşan ağaçlandırma yapılmalıdır. Yanan bazı bölgeler ise olduğu gibi korunarak doğanın kendisini yenilemesine izin verilmelidir.
Ege Bölgesi:
Bereketli toprakları, doğal güzellikleri, tarihi, biyoçeşitliliği ve turizm potansiyeli ile gözkamaştıran bir cazibe merkezi olan Ege Bölgesi, özellikle son dönemde sadece yararlanmayı hedefleyen, çevresel tahribatı önemsemeyen madencilik faaliyetlerinin hedefi olmuştur.
- Madencilik faaliyetleri çevresindeki yaşama, toprağa, suya, havaya, ormana zarar verir. Bu konudaki izinler verilirken, uzun vadeli üstün kamu yararı ve hassas denge gözetilmelidir.
- Maden çıkarma faaliyeti gösteren çalışmaların denetimleri arttırılmalı, caydırıcı cezalar getirilmelidir.
- Madencilik çalışmalarını yürüten firmaların öncelikle dürüst davranması halkı aydınlatması gerekir.
Güney Doğu Anadolu Bölgesi:
Kültürüyle, gelenekleriyle GAP Projesiyle, pamuk, antep fıstığı gibi önemli tarımsal ürünleri ile öne çıkan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Ilısu Barajı altında kalacak Hasankey önemli bir sorun. Büyük barajların neden oldukları göçler, biyolojik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkileri ile enerji üreterek sağladıkları yarar arasındaki denge dünyada tartışılıyor.
- Binlerce yıllık kültürü barındıran tarihi kökleri olan Hasankeyf gençlerin gayreti ile bir an önce dünya mirasına alınmalıdır.
İç Anadolu Bölgesi:
Binlerce yıldır onlarca medeniyete evsahipliği yapmış İç Anadolu Bölgesi, tarihiyle, ülkemizin tahıl ambarı olma özelliğiylei gölleri ile farklı doğal güzelliği ve biyolojik çeşitliliği ile gözbebeğimizdir.
- Tarım alanlarının amacı dışında kullanılarak üzerine fabrika, konut, Organize Sanayi Bölgesi gibi yapılaşmaların inşaa edilmesi büyük sorundur. Tarım alanlarında sadece tarımsal faaliyet gerçekleştirilmeli, büyük ovalar SİT Alanı ilan edilerek korunmalıdır.
- Çarpık kentleşme bölgeyi tehdit eden bir başka unsurdur. Kamunun bu konudaki çalışmaları yetersizdir.
Karadeniz Bölgesi;
Yaylalarıyla, ormanıyla, akarsularıyla, çayıyla, hamsisiyle, kültürü ile ülkemizin cennetten köşesi olan Karadeniz, enerji üretimi için birbiri ardına yapılan Hidroelektrik santraller ile adeta şantiye alanına dönüşmüştür. Halk binlerce yıldır yaşadığı coğrafyayı tamamen değiştirmekte olan enerji yatırımlarına vargücüyle karşı çıkmaktadır:
- Enerji ihtiyacımız karşılanmalıdır, ancak enerji üretilirken doğal yapıya zarar vermemek esas alınmalı, ucuz ve kısa vadede karlı yatırım yerine, daha fazla maliyetli ama üstün kamu yararına açısından kazançlı yatırımlar teşvik edilmelidir.
- Öncelikle yasa ve mevzuatlar süratle yenilenerek geri dönülemez uygulamaların önüne geçilmelidir.
- ÇED ve diğer yönetmelik boşlukları doğa yararına doldurulmalıdır.
- DSİ, Çevre İl Müdürlüğü , Tarım , Orman, Bayındırlık (jeoloji, jeofizik,) diğer kamu ve kuruluşlar ile ilgili STK lar bir arada çalışmalı, ortak akıl ve karar hakim kılınmalıdır.
- Avrupa Su Çerçeve Direktifi’nin ana konusu olan havza planlaması bir an evvel yapılmalıdır.
- Tüm proje ve uygulamalarda halkın katılımı ve onayı alınmalı, sürdürülebilir olmayan, sosyal problem yaratan uygulamalardan kaçınılmalıdır.
Marmara Bölgesi;
Asya ve Avrupa Kıtası’nın birbirine bağlayan ve kendine ait denizi bulunan Marmara, ülke nüfusunun en yoğun olduğu bölgedir. Trakya bölgesindeki verimli tarım alanları, sanayi yatırımları, kültür, çarpık kentleşme ve bütün bunlara rağmen halen yaşamaya devam eden doğal güzellikler bölgeyi tanımlar. 3. Köprü, Kanal Projesi, Gebze-İzmir Otoyolu gibi büyük yatırımlarla ne yazık ki çarpık kentleşmenin adeta desteklendiği bölge, aynı zamanda ülkemizin en verimli tarım alanlarına sahiptir.
- Büyük yatırımların sağlayacağı fayda ve zarar iyi hesaplanmalıdır.
- Verimli tarım alanları korunmalı, yapılaşmalar önlenmelidir.
- Endüstriyel kirlenmeye karşı bölgede ortak havza yönetimi uygulanmalıdır.
- Yerel yönetimler geri dönüşüm ile kirliliği bertaraf yöntemlerini uygulanmalıdır, halk bilgilendirmelidir.
Çiçekleri Tanıyalım(Küstüm)
Botanikte adı Mimosa pudica (küstüm ç,çeği) olan çiçek.
Saksı çiçeğidir. Güney Amerika ve Brezilya'da yerli olarak bulunur.
Saçak kök yapısına sahiptir. Çiçekleri yuvarlak başçık durumunda bulunur.ve pembemsi menekşe rengindedir. Sıcağı sever. Aşırı neme ihtiyaç duymaz. Direk güneş ışığına duyarlıdır. Besin maddesince zengin humuslu topraklarda yetişir.
Küstüm otunun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır.
Saksı çiçeğidir. Güney Amerika ve Brezilya'da yerli olarak bulunur.
Saçak kök yapısına sahiptir. Çiçekleri yuvarlak başçık durumunda bulunur.ve pembemsi menekşe rengindedir. Sıcağı sever. Aşırı neme ihtiyaç duymaz. Direk güneş ışığına duyarlıdır. Besin maddesince zengin humuslu topraklarda yetişir.
Küstüm otunun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır.
Çiçekleri Tanıyalım(Kadife)
Kolay yetişmesi ve gösterişiyle kadife çok sevilen bir yaz çiçeğidir. Çeşitleri günden güne artmaktadır. Farklı boylardaki çeşitlerin renkleri parlak sarıdan bordoya kadar değişir. Çiçekleri çok uzun ömürlüdür. Kadife mayıs ayından kış soğukları başlayıncaya kadar açar. Bol güneş alan yerlere ekilmelidir. Bol tohum verir. Bu tohumlar nisan ayında bahçeye serpilir. Yerinde büyütülebilir. Veya çıkan fideler başka yerlere şaşırtılır.
Kısa boylular 25 cm, uzun boylular biraz daha aralıklı dikilir. Kadife toprak açısından fazla nazlı değildir. Aşırı sulama ve fazla gübre kullanımı bitkinin yeşile kaçmasına sebep olur. Çiçek açmasını geciktirir.
Kısa boylular 25 cm, uzun boylular biraz daha aralıklı dikilir. Kadife toprak açısından fazla nazlı değildir. Aşırı sulama ve fazla gübre kullanımı bitkinin yeşile kaçmasına sebep olur. Çiçek açmasını geciktirir.
Çiçekleri Tanıyalım(Hezeran)
Hezaran’ın “Binlerce” anlamına gelen ismi, uzun bir sapın üzerinde açan çok sayıdaki çiçekleri için verilmiş olsa gerek. Çiçeklerin ana rengi olan mavi ve mor renklerin yanı sıra pembe ve beyazı da vardır. Katmerli veya yalınkat olabilir. Bitki bir metreden fazla boylandığı için çiçek yataklarının arka taraflarına gruplar halinde ekilir.
Tohumları eylülde asıl yerine ekilir. Çıkan fideler kış sonunda 30 cm. aralık kalacak şekilde seyreltilir. Bir kere ekildikten sonra dökülen tohumlarından her yıl kendiliğinden çıkar. En iyi hafif gölgede yetişir. Mayıs-temmuz arası açar. Nemli ve kuvvetli toprakları sever.
Ömürlü cinsleri de vardır. Ancak bunları tohumdan yetiştirmek zordur.Yetişkin olarak almak en iyisidir.
Tohumları eylülde asıl yerine ekilir. Çıkan fideler kış sonunda 30 cm. aralık kalacak şekilde seyreltilir. Bir kere ekildikten sonra dökülen tohumlarından her yıl kendiliğinden çıkar. En iyi hafif gölgede yetişir. Mayıs-temmuz arası açar. Nemli ve kuvvetli toprakları sever.
Ömürlü cinsleri de vardır. Ancak bunları tohumdan yetiştirmek zordur.Yetişkin olarak almak en iyisidir.
Çiçekleri Tanıyalım(Çarkıfelek)
Çarkıfelekgiller familyasının örnek bitkisidir. Anayurdu Tropikal Amerikadır. Oradan dünyaya yayılmış 400 kadar türü vardır. Ülkemizde bazı yerlerde süs bitkisi olarak kimi türleri yetiştirilmektedir. Gölgeli ve nemli duvar dipleri ve kameryeleri sevip sarmaşarak yetişen otsu ya da ağaçsı sarmaşıktır. 5-7 parçalı koyu yeşil yaprakları almaşık dizilişli: yaz boyunca açan tekerlek biçimindeki gösterişli çiçekleri erguvani, pembe ya da kırmızı renkte ve iridir. Bitki, tohumuyla ya da gövde çelikleriyle çoğaltılır.
Çarkıfelek bitkisi harmin, harmol, harman ve passiflora adı verilen alkaloitleri: flavon, glisosit ve sterol adlı diğer maddeleri içerir. Bazı türlerinin meyveleri çiğ olarak yenebildiği gibi, içki ve şerbet yapımında da yararlanılır.
Çarkıfelek bitkisi harmin, harmol, harman ve passiflora adı verilen alkaloitleri: flavon, glisosit ve sterol adlı diğer maddeleri içerir. Bazı türlerinin meyveleri çiğ olarak yenebildiği gibi, içki ve şerbet yapımında da yararlanılır.
Çiçekleri Tanıyalım(Erguvan)
Erguvan (Cercis siliquastrum), baklagiller (Fabaceae) familyasından, 10 metreye kadar boylanabilen, tek gövdeli, yaprak döken, çalı görünümünde bir ağaççıktır.
Yapraklar karşılıklı, basit, dairemsi 7-12 cm kadardır. Dip kısmı kalp şeklinde, ucu yuvarlak, kenarlar tamdır. Gençken kırmızımsı-mor daha sonra mavi-yeşile döner. Yüzeyi dalgalı düşmeden önce sarıdır. Çiçekler 1,5-2 cm uzunluğunda kırmızı-mor 3-6 tanesi birarada bulunur. Meyve legümen (fasulye biçiminde) olup, 7-10 cm uzunluğundadır. Diğer bir önemli özelliği de toprağa azot bağlamasıdır
Yapraklar karşılıklı, basit, dairemsi 7-12 cm kadardır. Dip kısmı kalp şeklinde, ucu yuvarlak, kenarlar tamdır. Gençken kırmızımsı-mor daha sonra mavi-yeşile döner. Yüzeyi dalgalı düşmeden önce sarıdır. Çiçekler 1,5-2 cm uzunluğunda kırmızı-mor 3-6 tanesi birarada bulunur. Meyve legümen (fasulye biçiminde) olup, 7-10 cm uzunluğundadır. Diğer bir önemli özelliği de toprağa azot bağlamasıdır
Çiçekleri Tanıyalım(BallıBaba)
Ballıbaba, ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından Lamium cinsini oluşturan bitki türlerine verilen ad.
Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da yayılış gösteren türlerin hepsi otsu bitkidir. Bugün bir kaç türü anavatanı dışındaki ılıman bölgelerde çok çabuk yayılarak natürülize olmuştur. Bir yıllık ve iki yıllık olan bu otsu bitkiler tohum ve gövdeden gelişen kökler vasıtasıyla hızlıca yayılır. Çiçeklenme, türüne göre Mart-Nisan-Mayıs-Haziran aylarında gerçekleşir.
Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da yayılış gösteren türlerin hepsi otsu bitkidir. Bugün bir kaç türü anavatanı dışındaki ılıman bölgelerde çok çabuk yayılarak natürülize olmuştur. Bir yıllık ve iki yıllık olan bu otsu bitkiler tohum ve gövdeden gelişen kökler vasıtasıyla hızlıca yayılır. Çiçeklenme, türüne göre Mart-Nisan-Mayıs-Haziran aylarında gerçekleşir.
Çiçekleri Tanıyalım(İnci)
Familyası: Zambakgiller (Liliaceae).
Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Akdeniz bölgesi (Toroslar).
Nisan-mayıs ayları arasında beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, 20-30 cm boyunda, sürünücü köklü, çok yıllık otsu bir bitki. Daha çok gölgeli ve rutubetli yerlerde, orman altlarında, vâdilerde ve dere kenarlarında yayılış gösterir.
Yapraklar oval veya elipsodik, tam kenarlı, paralel damarlı ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler uzun bir sapın ucunda, 6-10’u bir arada, salkım durumunda toplanmışlardır. Saplar ince, kısa ve sarkıktır. Çiçekler çan şeklinde ve beyaz olup uçları altı lopludur. Meyve küre şeklinde, küçük ve kırmızı tohumları mavimsi renklidir.
Türkiye’de yetiştiği yerler: Marmara ve Akdeniz bölgesi (Toroslar).
Nisan-mayıs ayları arasında beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, 20-30 cm boyunda, sürünücü köklü, çok yıllık otsu bir bitki. Daha çok gölgeli ve rutubetli yerlerde, orman altlarında, vâdilerde ve dere kenarlarında yayılış gösterir.
Yapraklar oval veya elipsodik, tam kenarlı, paralel damarlı ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler uzun bir sapın ucunda, 6-10’u bir arada, salkım durumunda toplanmışlardır. Saplar ince, kısa ve sarkıktır. Çiçekler çan şeklinde ve beyaz olup uçları altı lopludur. Meyve küre şeklinde, küçük ve kırmızı tohumları mavimsi renklidir.
Çiçekleri Tanıyalım(Emzik)
Emzik ya da emzik otu, 15 ile 30 cm boyunda, boz yapraklı, çalı görünümlü, çok yıllık otsu bir bitkidir. Kayaların yüzündeki yarıklarda ya da taşların arasında yetişir. Kuru ve kalkerli toprakları sever. Yaprakları, gövdesi ve çanak yaprakları ince beyaz sert, batıcı tüylerle örtülüdür. Martta çiçek açar. Küpeyi andıran, beyaz, sarı, mor ve kırmızı çiçek açar. Çiçekler gövdenin üst kısmındaki dallar üzerinde aynı yönde dizilidir. Çiçekleri bal özüne sahiptir, çekilip sömürüldüğü zaman, ağza tatlı bir sıvı gelir. Arıların çok sevdiği bir bitkidir.
Bilinen bir kullanım özelliği yoktur. Bazı türlerinin yapraklarının yara tedavisinde kullanıldığı söylenir
Bilinen bir kullanım özelliği yoktur. Bazı türlerinin yapraklarının yara tedavisinde kullanıldığı söylenir
Çiçekleri Tanıyalım(Dağ Lalesi)
Anavatanı Anadolu olan dağlalesi çeşitli tür ve renktedir. Dağlarda, taşlık arazilerde, yol kenarlarında, ormanda güneşli yerlerde ya da hafif gölgede yetişen bu türlerine anemone coronaria denilir. Bu soğanlı, tüylü, otsu bitkinin gövdesi 10 ile 30 cm yüksekliktedir. Gövdesini dairevi şekilde saran yüksük şeklindeki dalların arasından devam eden sürgünün ucunda bir adet 6 ya da 7 taçyapraklı kırmızı, pembe, mavi, mor, beyaz çiçek açar. Özellikle bazı kırmızı türlerinin taçyaprakları, üreme organının hizasına kadar beyazdır.
Çiçekleri Tanıyalım(Zinya)
Bileşikgiller familyasındandır. Anayurdu Meksika olan Zinya, bir yıllık yarı dayanıklı otsu bitkidir. 30-100 cm. kadar boylanabilen zinyanın sürgünleri dikine büyür. Açık yeşil renkli yaprakları gövdede karşılıklı dizili, sapsız, uzunca, oval ya da yürek biçimlidir. Tüm bileşikgillerde olduğu gibi zinyanın da bileşik çiçeğinde çok sayıda dilsi çiçeği ile ortada tüpsü çiçekleri bir çiçek tablasını (kömeci) oluşturur. Bu tablanın genişliği 5-12 cm. kadardır. Yalınkat ya da katmerli olan ve yaz başlarından sonbahara kadar bol bol açan bu çiçekler beyaz, krem, açık sarı, kayısı rengi, turuncu, kırmızı, mor ve hatta yeşil renklerde olur. Birden çok rengi aynı anda taşıyan çiçekler açan kültür türü zinyalar da
Çiçeklei Tanıyalım(Mimoza)
Mimozanın (Acacia Dealbata) anavatanı Güneydoğu Avustralya ve Tasmanya’dır. Kalkıp oralardan buralara kadar gelmiş. Bol güneşli, özellikle kuytu ama rüzgârlı ortamlarda, hatta her ortamda, asitli-süzek tüm topraklarda rahatlıkla gelişebilir. Tepesi hızlı büyüdüğü için ilk dikim yerini lütfen doğru seçin, şaşırtıcı bir biçimde gelişir. Devleşirse ve çevresine zarar vermeye başlarsa, mart ayından sonra çiçekler geçince istediğiniz kadar budayabilirsiniz.
Güneyde açan Kıbrıs akasyası da mimozayla aynı aileden. Ama o ince, uzun yapraklı ve ilkbahar-yaz aylarında açıyor. Nasıl bizim mimoza güneye indikçe zorlanıyorsa, Kıbrıs akasyası da buralara çıktıkça kışın zorlanıyor. Hatta donuyor.
Güneyde açan Kıbrıs akasyası da mimozayla aynı aileden. Ama o ince, uzun yapraklı ve ilkbahar-yaz aylarında açıyor. Nasıl bizim mimoza güneye indikçe zorlanıyorsa, Kıbrıs akasyası da buralara çıktıkça kışın zorlanıyor. Hatta donuyor.
Çiçekleri Tanıyalım(Menekşe)
Menekşe, menekşegiller (Violaceae) familyasına bağlı Viola cinsini oluşturan çoğunlukla saksılarda yetiştirilen bitki türlerinin ortak adı. 400 ile 500 arası türü bulunmaktadır. Dünyanın birçok yerinde yetişebilmekle beraber en çok kuzey yarımkürede yetişir. Ayrıca Hawai ve Güneydoğu Asya'da da yetişebilir. Doğada aydınlık, fakat gölgede ve nemli bölgelerde yetişir.
Çiçekleri Tanıyalım(Gelincik)
25-60 cm arasında değişen yüksekliklere ulaşabilir. Yaprakları mavimsi yeşildir. Dip yapraklar uzun saplı, gövde yaprakları sapsız ve gövdeye bitişiktir.
Çiçeklerin genel rengi koyu kırmızıdır. Ancak beyaza kadar giden sarı, turuncu gibi değişik renkleri vardır.
Gelincik Temmuz ile Ağustos aylarında sabah saat beş buçuk ile on saatleri arasında tohum tozlarını (polen) yayar. Aynı saatlerde arılar ve diğer böcekler çiçeklere gelerek bu tozlara bulanırlar. Böylece, böceklerin beslenme saatleri ile bitkilerin tohum tozlarını yayma saatleri aynı zaman dilimine rastlamaktadır.
Çiçeklerin genel rengi koyu kırmızıdır. Ancak beyaza kadar giden sarı, turuncu gibi değişik renkleri vardır.
Gelincik Temmuz ile Ağustos aylarında sabah saat beş buçuk ile on saatleri arasında tohum tozlarını (polen) yayar. Aynı saatlerde arılar ve diğer böcekler çiçeklere gelerek bu tozlara bulanırlar. Böylece, böceklerin beslenme saatleri ile bitkilerin tohum tozlarını yayma saatleri aynı zaman dilimine rastlamaktadır.
Çiçekleri Tanıyalım(Karanfil)
Karanfiller (bahçe karafilleri) (Dianthus petraeus) karşılıklı, ensiz, sivri yapraklı, düğüm düğüm ince saplı otsu bitkilerdir.
Dalcıkların ucunda tek tek ya da topluca bulunan çiçekleri beyaz, pembe ya da kırmızı renklidir. Her çiçek bir çanakçık oluşturan dört burgu yaprakçığıyla belirgindir. Bahçe karanfili en ünlüsüdür. Bu karanfilin katmerli, yarı katmerli, alacalı ve hoş kokulu pek çok çeşidi vardır. Çok yıllık bir bitki olan bu karanfil türü kesme çiçek elde etmek için özellikle seralarda yetiştirilir ve çelikle üremesi sağlanır. Bahçe çeşitleri genellikle fideyle çoğaltılır ve iki yıllık ya da çok yıllık bitkiler gibi yetiştirilir. Kır karanfili (Dianthus plumarius) çim gibi sık biten, çok zarif küçük çiçekli ve ince saçaklı taç yapraklıdır. İki yıllık ya da yıllık olan Çin karanfili (diantus sinensis) çok değişik çiçekli bir bitkidir. İki yıllık ya da çok yıllık bir karanfil türü olan kıllı karanfil ya da hüsnü Yusuf olarak da bilinen (Diantus barbatus) sap ucunda şemsiye biçimde toplu küçük çiçekler açan bir türdür.
Dalcıkların ucunda tek tek ya da topluca bulunan çiçekleri beyaz, pembe ya da kırmızı renklidir. Her çiçek bir çanakçık oluşturan dört burgu yaprakçığıyla belirgindir. Bahçe karanfili en ünlüsüdür. Bu karanfilin katmerli, yarı katmerli, alacalı ve hoş kokulu pek çok çeşidi vardır. Çok yıllık bir bitki olan bu karanfil türü kesme çiçek elde etmek için özellikle seralarda yetiştirilir ve çelikle üremesi sağlanır. Bahçe çeşitleri genellikle fideyle çoğaltılır ve iki yıllık ya da çok yıllık bitkiler gibi yetiştirilir. Kır karanfili (Dianthus plumarius) çim gibi sık biten, çok zarif küçük çiçekli ve ince saçaklı taç yapraklıdır. İki yıllık ya da yıllık olan Çin karanfili (diantus sinensis) çok değişik çiçekli bir bitkidir. İki yıllık ya da çok yıllık bir karanfil türü olan kıllı karanfil ya da hüsnü Yusuf olarak da bilinen (Diantus barbatus) sap ucunda şemsiye biçimde toplu küçük çiçekler açan bir türdür.
Çiçekleri Tanıyalım(Gül)
Gül, gülgiller (Rosaceae) familyasının Rosa cinsinden güzel kokulu bitki türlerine verilen ad.
Anavatanı Anadolu, İran ve Çin'dir.ama başka yerlerde de yetişir.çok güzel ve kıymetlidir. Park ve bahçelerin süslenmesinde kullanıldığı gibi olanları balkon ve terasları süsler. Kesme çiçekçilikte çok talep edilen bir çiçektir.
Anavatanı Anadolu, İran ve Çin'dir.ama başka yerlerde de yetişir.çok güzel ve kıymetlidir. Park ve bahçelerin süslenmesinde kullanıldığı gibi olanları balkon ve terasları süsler. Kesme çiçekçilikte çok talep edilen bir çiçektir.
Çiçkeleri Tanıyalım(Manolya)
Çiçekleri Tanıyalım(Nilüfer)
Nymphaea, nilüfergiller (Nymphaeaceae) familyasına bağlı bir su bitkisi cinsidir. Cinste dünya geneline yayılmış, toplam 50 civarı tür bulunmaktadır.
Nuphar cinsiyle yakından ilgilidir ve Nuphar türlerinden farklı olarak daha geniş taç yapraklara sahiptir. Meyvesinin olgunlaşması açısından da farklıdırlar, Nymphaea meyvesi çiçek kapanır kapanmaz suyun altına batarken, Nuphar meyveleri olgunluğa kadar suyun üstünde kalır.
Antik Mısırlılar lotuslara (bu isimler anılırdı) büyük saygı duyarlardı. N. caerulea`nın (Mısır mavi nilüferi) çiçekleri gündüz açılır, hava kararmaya başlayınca da suyun altına batar. N. lotus (Mısır beyaz nilüferi) ise gece çiçeğini açar ve sabah kapatırdı. Bu iki çiçeğin kalıntıları II. Ramses'in mezarında bulunmuştur.
Nuphar cinsiyle yakından ilgilidir ve Nuphar türlerinden farklı olarak daha geniş taç yapraklara sahiptir. Meyvesinin olgunlaşması açısından da farklıdırlar, Nymphaea meyvesi çiçek kapanır kapanmaz suyun altına batarken, Nuphar meyveleri olgunluğa kadar suyun üstünde kalır.
Antik Mısırlılar lotuslara (bu isimler anılırdı) büyük saygı duyarlardı. N. caerulea`nın (Mısır mavi nilüferi) çiçekleri gündüz açılır, hava kararmaya başlayınca da suyun altına batar. N. lotus (Mısır beyaz nilüferi) ise gece çiçeğini açar ve sabah kapatırdı. Bu iki çiçeğin kalıntıları II. Ramses'in mezarında bulunmuştur.
Çiçekleri Tanıyalım(Zambak)
Zambak, zambakgiller (Liliaceae) familyasının Lilium cinsinden genellikle soğan ile üreyen mevsimlik çiçekli bitkilerin adıdır. Zambakgiller familyasında bu cinse ait 110 civarında bitki türü vardır. Genellikle bahçe ve süs bitkisi olarak kullanılır, bazı soğanlı türleri de insanlar tarafından yenilebilir. Bu cinse ait zambak türü asıl zambaktır, isminde zambak geçen başka bitkilerde olmasına rağmen onlar diğer gruplara aittir. Zambak bitkisinin çiçekleri kimi ülke mutfaklarında besin olarak tüketilmektedir.
Çiçekleri Tanıyalım(Kardelen)
Kardelen, bir çenekli çiçekli bitki familyalarından nergisgiller (Amaryllidaceae) içinde sınıflanan[1] Galanthus cinsi bitki türlerinin ortak adıdır. çok yıllık, soğanlı ve otsu bitkilerdir.[2]
Kardelenler, tıbbi açıdan önemli oldukları düşünülen bitkilerdir:[2]
Kardelenler, tıbbi açıdan önemli oldukları düşünülen bitkilerdir:[2]
- Türkiye'de halk arasında, toprak üstü kısımları kalbi kuvvetlendirici, mideye iyi gelen ve âdet söktürücü ilaç; toprak altı kısımları ise taze haldeyken ezilerek, çıbanları olgunlaştırmak için hazırlanan lapa olarak kullanılır.
- İçerdikleri ve ilaç olabilme olasılığı bulunan alkaloit ve lektinler nedeniyle, çok sayıda araştırmaya konu olmaktadırlar.
Çiçekleri Tanıyalım(Sümbül)
Sümbül, Hyacinthus cinsine ait soğanlı bitkilerden olup daha önce zambakgiller (Liliaceae) familyasının üyesi olarak kabul edilmekte iken şimdi yeni bir familya olan Hyacinthaceae altında incelenmektedir. Sümbüllerin anayurdunu doğuda İran ve Türkmenistan'a kadar dağılım gösteren doğu Akdeniz bölgesi oluşturmaktadır. Hyacinthus, Yunan mitolojisinde Sparta Kralı'nın genç oğlu olup yeniden doğuşu simgelemektedir.
Çiçekleri Tanıyalım(Orkide)
Salepgiller veya Orkidegiller (Orchidaceae), Asparagales takımına ait bir familyadır.
Salepgiller (Orchidaceae) familyası çiçekli bitkilerin ikinci büyük familyasıdır. Dünyada yaklaşık 880 cins ve 22 binden fazla tür ihtiva etmektedir. Geniş yayılışlıdır, çoğunluğu tropiklerde yayılmış, soğuk ılıman ve subarktik bölgelerde daha az yayılmıştır, tropiklerdeki türlerden bazıları epifittir.
Türkiye'de 24 cins ve 60’dan fazla türü bulunmaktadır.
Salepgiller (Orchidaceae) familyası çiçekli bitkilerin ikinci büyük familyasıdır. Dünyada yaklaşık 880 cins ve 22 binden fazla tür ihtiva etmektedir. Geniş yayılışlıdır, çoğunluğu tropiklerde yayılmış, soğuk ılıman ve subarktik bölgelerde daha az yayılmıştır, tropiklerdeki türlerden bazıları epifittir.
Türkiye'de 24 cins ve 60’dan fazla türü bulunmaktadır.
Çiçekleri Tanıyalım(Nergis)
Nergis, nergisgiller (Amaryllidaceae) familyasından Narcissus cinsinden bitki türlerinin ortak adı.
Bu bitkilerde sap 20-80 cm kadar yükselebilmektedir. Soğanlı olan bu bitkilerde taç yaprakları beyaz veya sarının karışımları şeklindedir.
Anavatanı Avrupa olan bu bitkilerin en çok tür zenginliğine İspanya ve Portekiz'de rastlanmaktadır. Ancak doğal olarak tüm Akdeniz kıyılarında, hatta bunun uzantısı olan Japonya'ya kadar aynı enlem dereceleri arasında görülmektedir. Dünyada Avrupa, Kuzey Amerika, Kuzey Afrika ülkelerinde tarımı yapılmaktadır.
Bu bitkinin soğanları en az 1 sene ara ile kullanılmaktadır. Zira çiçeğini vermiş olan soğan ekilirse, bir dahaki seneye çiçek vermez.
Narcissus poeticus, Türkiye'de Ege Bölgesi'nde özellikle Karaburun ve Mordoğan'da yetiştirilmektedir.
Bu bitkilerde sap 20-80 cm kadar yükselebilmektedir. Soğanlı olan bu bitkilerde taç yaprakları beyaz veya sarının karışımları şeklindedir.
Anavatanı Avrupa olan bu bitkilerin en çok tür zenginliğine İspanya ve Portekiz'de rastlanmaktadır. Ancak doğal olarak tüm Akdeniz kıyılarında, hatta bunun uzantısı olan Japonya'ya kadar aynı enlem dereceleri arasında görülmektedir. Dünyada Avrupa, Kuzey Amerika, Kuzey Afrika ülkelerinde tarımı yapılmaktadır.
Bu bitkinin soğanları en az 1 sene ara ile kullanılmaktadır. Zira çiçeğini vermiş olan soğan ekilirse, bir dahaki seneye çiçek vermez.
Narcissus poeticus, Türkiye'de Ege Bölgesi'nde özellikle Karaburun ve Mordoğan'da yetiştirilmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)